Pazartesi, Mayıs 28, 2007

SEÇİM SEZONU ama bu seferki bloglar için !!


Mutfakta Zen'de okur okumaz hem-men doğruca oy kullanmaya gittim !!

Mesele şudur... Bloggers Choice Awards sitesi tüm dünyada değişik kategorilerdeki bloglar içinde bir yarışma yapıyor. Bunların içinde de Türkiye'den Mutfakta Zen Foreign Language (yabancı dil) kategorisinde aday. Ayrıca Zen in the kitchen olarak en iyi yiyecek kategorisinde de aday.Yogurtland de aynı kategoride.



Sonra Berceste'yi gördüm ve sonra da ben Devletşah'ı aday gösterdim ! Keşke Devletşah'ın da ingilizcesi olsaydı da o da en iyi Food blogları arasında aday olsaydı!

Aslında yabancı bloglara baktım da, güzelleri var tabii ama bizim adaylarımız da çok başarılı duruyorlar! Bence Türkler bu blog olayında, hele de ev hanımlarımız yemek ve diğer hobi bloglarında kendilerini aşmışlar !

Lütfen siz de girin ve de çok kolay olan üye olma işlemini yaptıktan sonra hemen oyunuzu bizimkilere de kullanın!

Herkese Sevgiler !

Çarşamba, Mayıs 23, 2007

POLONEZKÖY...ANA-BABA OLMAK...



Herkese selamlar..Elimdeki son malzeme ile doğumdan önce bir gönderi daha hazırlayayım dedim!! Bu oğlan da vaktini bekliyor belli ki..Hafta 39 her an olabilir artık ama..beklemedeyiz ailecek!

Malzemeye gelince: Polonezköy'de anneler günü kutlaması. Yengem, yani abimin eşinin baba tarafı Polonya asıllı ve Polonezköylüler...onlarında sayesinde bu İstanbul'da saklı cennet köşesi ile tanıştık bundan yaklaşık bir 10 yıl önce! Benim için çok önemli bir yeri ver var Polonezköy'ün. Önce abimlerin düğünü orada oldu ve sonra da bizim düğünümüz. Kır düğünlerini hep çok sevdiğimden, bu iki düğün de hayatımdaki en güzel günler oldu. Derken her anneler gününde, harika ev sahiplerimiz bizi dört-dörtlük bir şekilde ağırladılar, ağırlıyorlar.


İstanbul'un bu kadar yakınında ama bu kadar yeşil kalabilmiş, "am-man nazar değmez inşallah" diyerek baktığımız bu mekanda güzel anılar ve gülen yüzler oldu hep...

Bu anneler gününde de yine nefis-sıcacık-samimi bir aile sofrası, mangaldan gelen leziz kokular ve de etrafta koşturan çocukların çığlıkları vardı...




Menümüz tam bir kır ziyafetine uygundu. En önemlisi bahçeden toplanarak yapılmış gerçek marullu salatalar (çünkü marketlerdekinin tadı su gibi!) vardı ! Ve de tadına hiç doyamadığım Kayınvalde-kısırı ! Gerisi benim için çok önemli değil artık!!!


Zaten Bakü'deyken en çok özlemini duyduğum şeyler de bunlar..yani sıcacık aile ortamı, yemyeşil çimler ve doğa ile tadını çok iyi bildiğim ve sevdiğim bir kaç yemek..









Üniversite yıllarında tanıştığım bu güzel mekanda yıllar sonra kendi çocuğum ve yeğenlerimle beraber olmak, anneler gününün ardından, tam da bu aralar durumuma çok uygun bir şekilde beni "anne olmak" üzerine deriiiin deriiin düşündürdü tabii!




Ben ilk kez 31 yaşında anne oldum. Öncesinde çok yoğun bir iş hayatım vardı ve açıkçası çocuğun bir özlemini ya da eksikliğini hissetmedim. Ama oğlum olduktan sonra, hemen her anne gibi, "bunca zaman onsuz nasıl yaşamışız??? o olmasa ne yaparız?" duygularını taşıdım. Anneliği çok çok sevdim ve benim çevremdeki ve jenerasyonumdaki pek çok anne gibi, "anneliğe" de biraz öğrenci, biraz da iş kadını gibi yaklaştım!


Yani okunması gereken tüm kitaplar okundu, internet siteleri araştırıldı, bir tez titizliğinde hazırlık listeleri yapıldı, fikirler alındı, gözlem yapıldı......vs vs vs...Gerçekten sınava hazırlanan öğrenci ya da sunuma hazırlanan bir iş vakası gibi yaklaştım !
Geçenlerde annemler ve kayınvaldemlerle de işte aynen bu noktaya parmak bastık! Bu kadar okuma, hazırlık ve araştırma ne kadar iyi, ne kadar yararlı acaba diye! Ama sanırım bu biraz önlenemez, önüne geçilemez bir durum!


Yani sen yıllarını yarış atı gibi herşeye hazırlanarak geçirir, hep mücadele ve kendini eğiterek biryerlere gelmeye çalış ama annelik gibi hayatının evililikten sonraki en önemli aşamasında, " e bu konuda içimden geleni yaparım, ben zaten biliyorum" mu diyeceğiz??? Öyle yetişmedik ki, öyle yaşamadık ki bu zamana kadar! Neden şimdi öyle yapalım???

Sonuçlar annemin bana uyguladıklarından daha mı iyi? Bazı açılardan evet ama bazı açılardan da kesinlikle hayır !!! Her nasılsa bizler daha kolay büyümüşüz, daha çok laftan anlıyormuşuz, daha uslu ve temkinliymişiz! Bizim çocuklarımız daha zor, daha laftan anlamaz, daha başına buyruk..muş...
Bu her ne kadar her jenerasyon arasındaki tipik tartışma gibi görünse de, bizim yaklaşımlarımızdaki bazı aşırıklıkların, onların bazı aşırılıklarına sebep verdiğini düşünüyorum! Pedegog Feriha Dildar bir röpörtajında bundan bahsediyor. Bir başka yazısında da aslında geleneksel yöntemlerin bazı yanlarındanki haklılıklardan da bahsediyor..Daha fazla bilgi edinmek isterseniz, yandaki linklerden de bakabilirsiniz.

Ben de bu cins annelerdenim işte..yani okuyup, sormayı-fikir edinmeyi seven, pedegoga da, anneme de danışan, farklı ekolleri karşılaştıran...ortaya ne çıkıyor derseniz eğer!!!! Demeyin - ya da ben siz şöyle söyleyeyim, bir nefeste okuduğum başucu kitabım The Difficult Child!!!! Yani bizimki "zor çocuk" kategorisinden. Hiç de kolay olmadı geçen 3 yıl ve de olmayacak gelecek yıllar! Yani daha çok okumak ya da bilmek bana pratikte daha çok kolaylık sağlamadı! Sadece benim bilgiye olan açlığımı tatmin etti ve "zor çocuk" davranışlarını daha iyi anlayıp kabullenmemi sağladı.

Ama okumaya devam! Bu aralar da Gina Ford'un kitabı ve yöntemlerini okuyorum. Bilen-bilir, bu kadın " bırakın ağlasın" diye bilinen ekolden! Biraz yalnış yorumlanmış, son kitabında da bunun isyanı var ama temel prensibi daha çok geleneksel tarz (ağlamaktan can çıkmaz misali). Bu da Sears ailesinin yaklaşımının tam tersi ki onlarda, ana-babanın hayatı tamamen bebeğin etrafında dönüyor! Bunların tam ortasında ise çok severek okuduğum, orta-yolcu Tracy Hogg vardı, Baby Whisperer'ın yazarı. Daha dengeli ve uçlara kaymayan, gerçekçi bir yaklaşım. Bir başka yazıda bu yaklaşımları belki daha derin anlatırım size. Aslında "zor çocuklar" hakkında naçizane kişisel tecrübemi paylaşabilirim ama bu ara biraz zaman fakiriyiz!


Tüm bunlardaki en önemli destekcim tabii ki eşimdir ve ondan sonra da en önemli rehberim ise sevgili yengem Yanina'dır. Kendisi benim kaç katım daha meraklı ve okuyan bir anne ve her konuda danışmanımdır. Mühendislikten anneliğe kendi isteği ile terfi etmiş, inanılmaz araştırmacı-gözlemci ama aynı zamanda dengeyi de çok iyi bilen biridir. Bakü'den bile en çok daraldığım, işin içinden çıkamadığım anlarda, telefonun öbür ucundan tavsiyeleri ile beni rahatlatmayı başarır!

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Ana-baba olmak, dünyanın en doğal olayı olmakla beraber, aslında herkesin harcı bir iş değil! Pedegoglar hep şikayetçidir, herşeyin okulu-kursu var ama ana-babalığın yok diye. Haklılar bence!

Önceklikle bu konuda bazı insanlar, içgüdüsel bir şekilde diğerlerinden daha "anne-baba" oluyorlar, yani ana-babalığı daha derin ve daha detaylı uyguluyorlar. Bazıları, içlerinde bu kadar yoğun duygular olmasa da, çok çaba gösteriyorlar, okuyorlar, sorguluyorlar.

Bazıları ise, elbette evlatlarını çok seviyorlar ama hayatlarının odak noktası hiç bir zaman çocuk değil, her zaman kendileri oluyorlar. Onlara sorsanız, onlar evlatlarını diğer ana-babalardan daha az sevmiyorlar ama gösteriş biçimleri, yaşam tarzları ve değerleri kendi hayatlarını ön plana alıyor.

İşte o zaman da bambaşka evlat modelleri ortaya çıkıyor! Böylece nesiller geliyor-geçiyor!

Ben bu konuda şanslıyım çünkü eşimle bu konularda bolca tartışıp birlikte bir ortayolu bulmayı seviyoruz. Bu da bence çocuk yetiştirmede kilit noktalardan biri..yani eşlerin bu konulardaki fikirlerinin paylaşım şekli ve ortak bir sonuca varıp-vararmama durumu..ki bu başka bir yazı konusu olabilir !

Bakalım bizim çocuklarımız ne olacak, nasıl ana-baba, nasıl dede-anneanne olacaklar? Gökten izleyebiliriz umarım bu filmin devamını!!